Ceza muhakemesi hukuku, devletin suç şüphesi altındaki bireyleri, yani failleri ceza davasında yargılayarak ve gerektiğinde yargılama sonucunda ceza vererek toplumun adalet ve güvenliğini sağlama görevinin yerine getirilmesi ile uğraşan bir hukuk dalıdır. Ceza muhakemesi adeta devletin keskin kılıcıdır. İşte bireyin son derece güçsüz ve savunmasız kaldığı bu alanda, güçlü olan ve bireye destek verip savunmasında yardım eden ve bireyi güçlü devlete karşı tek başına bırakmayan kişi müdafi, diğer bir ifade ile ceza davasında savunmanlık görevini yapan avukattır.
Şüphesiz ki avukat ihtiyacı gerek hukuk davalarında gerekse idari yargı davaları açısından da son derece önemlidir. Ancak ceza yargılamalarında ve ceza davalarında doğrudan hürriyeti bağlayıcı cezaların da verilebilmesi nedeniyle, avukat ihtiyacı daha da önem taşımaktadır. Olayın vuku bulup soruşturma başlatıldığı andan, yargılamada verilen cezanın kesinleşip de infazın tamamlandığı ana kadar her aşamada suç şüphesi altında bulunan şüpheliden, hakkında cezalandırılması istenen ve kamu davası açılan sanığa, yahut suçtan zarar gören mağdur katılanın, haklarını avukatı aracılığıyla savunmaları ve adil yargılanma hakkının varlığı, maddi gerçeğin ortaya çıkması ve telafisi imkânsız zararların doğmaması için son derece önemlidir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki;ceza avukatı ya da ağır ceza avukatı gibi kavramlar sıklıkla halk arasında kullanılsa da aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hukuk sisteminde bu tür sınıflandırmalar yasal olarak geçerli değildir. Türkiye’de avukatlıkta uzmanlık veya branşlaşma mevcut değildir. Bu nedenle isteyen her avukat, ceza ya da ağır ceza davalarında yasal temsilci olabilir. Bununla birlikte genellikle avukatların her biri belirli alanlarda uzmanlık edinerek deneyim sahibi olur. Bu sayede yasal temsilci arayan bireyler, kendi davalarında özellikle ceza davalarında başarılı oranı yüksek olan ve bu alanda kendini geliştiren avukatlardan destek almayı tercih ederler. Aslında bu tercih, özellikle ceza ve ağır ceza davalarında kişinin hürriyetini kısıtlayıcı sonuçlar ile karşı karşıya kalabileceği için kişilerce zorunlu olarak yapılır. Bu anlamda ceza davasında avukatın mesleğinde iyi ve uzman olması oldukça önem taşır. Çünkü, ceza avukatı tarafından yürütülecek etkili bir soruşturma ve kovuşturma sürecinde yapacağı savunmanlık görevi, dava sonucunu doğrudan etkileyebilir.
Türk hukuk sisteminde işlenen suçları soruşturma görevi Ceza Usul Kanunumuza göre Cumhuriyet savcılarına aittir. Cumhuriyet savcıları yürüttükleri soruşturmaları ya bizzat ya da adli kolluk marifeti ile yürütür. Bu aşamada suç şüphesi altında bulunan kişiye “şüpheli” denir. Zanlı, hakkında kovuşturma açılana kadar şüpheli olarak anılır. Şüpheli, gözaltında yahut cezaevinde bulunsa dahi vekâletname aranmaksızın müdafii (avukat) ile görüşebilir. Şüphelilerin müdafii ile konuşma ve yazışmaları denetime tâbi tutulamaz. Suç şüphesi altında bulunan kişi için bu evre çok önemlidir. Zira neredeyse tüm deliller soruşturma aşamasında toplanır.
Esasen hukuk sistemimizde Cumhuriyet Savcıları şüphelinin leh ve aleyhine tüm delilleri toplamak ve kovuşturma açılacak olursa bunları iddianamede belirtmekle görevli bulunmakla birlikte maalesef uygulamada savcıların şüphelinin lehine olan delilleri toplamakta oldukça cimri davrandıkları bilinen bir gerçektir. Bu nedenle şüphelilerin bu aşamada bir ceza davalarında deneyimli ve uzman bir avukattan hukuki destek alması hayati öneme sahiptir.
Öte yandan ülkemizde neredeyse tüm resmi ve özel kurumlar şüphelinin bilgi ve belge taleplerini yerine getirmede isteksiz davranmakta ve “ Savcılık isterse göndeririz, ihtiyaç olursa mahkeme bizden talep eder, avukatın alabilir ..” gibi cümlelerle şüphelinin delile ulaşmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle şüpheli, soruşturmanın en başında kendisini ceza davalarında deneyimli ve uzman bir avukatla temsil ettirmesi halinde deliller eksiksiz toplanacak ve etkili bir savunma ile olumlu sonuç alarak, suçtan kurtulma imkânını elde edecektir. Ya da ceza alsa bile daha az ve daha adil bir cezayı alacaktır.
Keza avukatlar tutuklu şüpheliler ile cezaevlerinde mesai saati olmaksızın her zaman vekâletname sunmadan dahi görüşebilirler. Tutuklu şüphelinin bir yakını tarafından notere müracaat halinde noter tarafından düzenlenecek vekâletname cezaevine götürülerek tutuklu şüpheliye/sanığa imzalatılır ve avukat tarafından soruşturma dosyasına sunulur. Uygulamada tutuklu şüpheliler yoğun şekilde cezaevinden SEGBİS aracılığı ile duruşmalara katıldıkları için şayet bu aşamada avukatı da yok ise savunma güçlüğü yaşanmaktadır. Soruşturma aşamasında delillere eksiksiz ulaşma ve dosyanın tekemmülünü sağlama noktasında ceza davalarında avukat gereksinimi yadsınamaz.
Soruşturmanın yetkilisi konumunda bulunan Cumhuriyet Savcıları soruşturma aşamasında delile ulaşma anlamında kaynağını CMK’dan aldıkları birtakım yetkileri kullanırlar. Delil toplama aşamasındaki bu enstrümanların kullanımı sırasında şüpheli ya da mağdurun avukatları da her zaman hazır bulunabilir.
Hakkında soruşturma yapılan şüphelinin, en temel haklarından biri savunma hakkıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.6’ya göre savunma hakkı, adil yargılanma hakkının unsurlarındandır. Şüphelinin savunma hakkını gereği gibi kullanabilmesi, kural olarak hukuki yardım almasına bağlıdır. Çünkü şüpheli, çoğunlukla hukuk bilgisinden yoksundur; hukuk bilgisinden yoksun olan şüphelinin iddia makamını teşkil eden ve profesyonel bir meslek icra eden savcıya karşı kendisini gereği savunması olanaksızdır. Şüpheli, hukuk bilgisine sahip olsa bile, kendisine karşı bir suçlamada bulunulduğu için telaşa kapılabilir, sinirlenebilir veya soğukkanlılığını kaybedebilir. Bu nedenlerle savunma hakkı, kural olarak bir müdafiin (avukatın) yardımından mutlak yararlanmayı gerektirir.
İsim benzerliği olsa da gözlem altına alma bir gözaltı işlemi değildir. Bu husus CMK’nın 74. Maddesinde düzenlenen ayrı bir müessesedir. Şüphelide akıl hastalığı veya zayıflığı şüphesi var ise akıl hastası olup olmadığı, akıl hastası ise ne zamandan beri hasta olduğun ve bunun, kişinin davranışları üzerindeki etkilerini saptamak için; uzman hekimin önerisi üzerine, Cumhuriyet savcısının ve müdafiin dinlenmesinden sonra resmî bir sağlık kurumunda gözlem altına alınmasına, soruşturma evresinde sulh ceza hâkimi, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından karar verilebilir. Bu durum şüphelinin lehinedir. Zira şüphelinin akli melekelerinin yerinde olmadığı sonucuna varılır ise TCK’nın 32. Maddesine göre ya ceza almayacak yahut alacağı ceza miktarında değişen oranlarda indirim uygulanacaktır. Ancak müdafii yoksa yine bu haktan mahrum kalma tehlikesi belirecektir. Ayrıca Sinirsel hastalıkları veya bağımlılıkları nedeniyle aile bireylerini de sürekli rahatsız eden ve onlara karşı da suç işleyen kişilere karşı sosyal şifa bulana kadar tedavi amaçlı gözlem altına aldırma da yine müdafi aracılığı ile kolaylaşacaktır.
Bir suça ilişkin delil elde etmek için şüpheli veya sanık üzerinde iç beden muayenesi yapılabilmesine ya da vücuttan kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak gibi örnekler alınabilmesine; Cumhuriyet savcısı veya mağdurun istemiyle ya da re’sen hâkim veya mahkeme, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilebilir. Cumhuriyet savcısının kararı, yirmi dört saat içinde hâkim veya mahkemenin onayına sunulur. Hâkim veya mahkeme, yirmi dört saat içinde kararını verir. Onaylanmayan kararlar hükümsüz kalır ve elde edilen deliller kullanılamaz. Mağdurun rızasının varlığı halinde, bu işlemlerin yapılabilmesi için karar alınmasına gerek yoktur. Ancak şüpheli hakkında bu rıza geçersizdir. Mutlak surette karar alınmalıdır.
Yer gösterme işlemi bir keşif değildir. Bu işlem soruşturma aşamasında doğrudan Cumhuriyet Savcısı gözetiminde yapılırken keşif; Hâkim veya mahkeme veya naip hâkim ya da istinabe olunan hâkim veya mahkeme ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Ceza yargılamasına keşfin önemi büyüktür. Keşfe şüpheli ya da sanığın avukatının da katılma hakkı vardır. Usul kanunumuza göre keşif mahalli duruşma salonu gibidir. Hakim bu hususta tüm önlemleri alır.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun m.116 ve 117’ye göre, yakalanabileceği veya suç delilerinin elde edilebileceği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli şüphenin varlığı durumunda; şüphelinin veya sanığın veya diğer kişilerin üstü, eşyası, konutu, işyeri aranabilir. Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Burada şüpheli müdafilerine düşen görev aramanın usule uygun yapılıp yapılmadığının iyi denetlenmesidir. Zira arama ve el koymanın birçok farklı ve kısıtlayıcı özellikleri vardır. Usulsüz aramalarda delil bulunsa dahi yasak delil kategorisinde olacağı için bu delil hükme esas alınamaz. Yargıtay’ın bu konudaki güncel kararı çok çarpıcı olup dikkatli bir sanık avukatının dosyaya ne kadar etkili olduğunun bariz bir kanıtı gibidir.
Yargıtay 7.Ceza Dairesi 2021/581E. , 2021/7919 K.
“ Dosya kapsamına göre; aramaya esas teşkil eden ihbarın 29/09/2015 tarihinde yapıldığı, 01/10/2015 tarihinde kolluk güçlerinin talebi üzerine Cumhuriyet Savcısı tarafından makul şüphe ve gecikmesinde sakınca bulunduğundan bahisle verilmiş yazılı bir arama izni bulunmasına rağmen arama kararında gecikmesinde sakınca bulunan halin gerekçesinin belirtilmediği, dosya içerisinde bulunan 01/10/2015 tarihli arama tutanağının tarih ve saati incelendiğinde aramanın hafta içi mesai saatleri içerisinde yapılmış olması nedeniyle arama kararının savcılık tarafından verilemeyeceği, buna göre yapılan aramanın usul ve yasaya aykırı olduğu, hukuka aykırı arama sonucu ele geçen eşyanın yasak delil niteliğinde olduğu, eşyanın kaçak olmasının durumu değiştirmeyeceği, sanığın suça konu kaçak sigaraları ticari amaçla bulundurduğuna dair bir ikrarının da olmadığı, Anayasa’nın 38/2, 5271 sayılı CMK’nun 206/2-a, 217/2, 230/1. madde ve fıkralarına göre, hukuka aykırı surette elde edilen delillere dayanılarak mahkumiyet hükmü kurulamayacağı ve bu gerekçeyle sanığın beraatına karar verilmesi gerekirken..” [1]
Arama yapılamayacak haller, aramada bulunabilecek ya da bulunması zorunlu kişiler, el konulamayacak eşyalar..vb. birçok kısıtlayıcı hallerde yaşanabilecek hak ihlalleri ve el konulan eşyaların geri alımında şüpheli ya da sanığın avukatı her zaman yanında olabilecek ve haklarını savunacaktır.
Yakalama ve gözaltı işlemi Anayasa ile korunan temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran koruma tedbirlerindendir. Ülkemize karşı AIHM ‘e yapılan kişisel başvuruların bir çoğu, yakalama ve gözaltına alma işlemlerindeki eksikliklerle ilgilidir.
Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir.
Soruşturma aşamasında düzenlenen yakalama emri hiçbir surette e-devlet veya Uyap vatandaş üzerinde görülemez. Ancak, dava açılmış ve süren yargılamalarda e-devlet şifresiyle girilen UYAP vatandaş portalında mahkeme dosyalarının içine girilerek yargılanan kişi hakkında yakalama kararı olup olmadığı görülebilir.
İfade almaya yönelik yakalama işlemlerinde ifade sonrası yakalama işleminin kaldırılmasına önem verilmelidir. Yoksa ifade alınmasına rağmen yeniden yakalama gündeme gelecek ve kişi mağdur olacaktır. Ayrıca Usul Kanunumuzda gıyapta tutuklama olmadığı için tutuklamaya yönelik yakalama çıkartılmaktadır. Maalesef kişinin haberi olmadığı için itiraz da söz konusu olamayacaktır. Uygulamada Sulh Ceza Hakimlikleri tutuklamaya yönelik bu yakalamaları adeta gıyapta verilmiş tutuklamanın vicahiye çevrilmesi gibi algılamaktadırlar. Oysa ki bu aşamada etkili bir savunma ve delil sunumu ile tutuklama gerçekleşmeyebilir. Zira evvelce verilen yakalama işlemi adından da anlaşılacağı üzere bir tutuklama değil yakalamadır.
Gözaltı ise kişinin suç şüphesiyle yakalanmasından sonra hâkim veya savcı önüne çıkana kadar geçen sürede kolluk tarafından tutulmasıdır. Gözaltı kararı mutlak surette yazılı verilir ve itiraza tabirdir. Ne yazık ki uygulamada gözaltı kararları çok kolay verilmekte ve çoğu zaman nöbetçi C. Savcısının önceden sözlü verip sonradan yazılı hale getirdiği bir uygulama şekline dönüşmüş durumdadır. Akşamleyin meydana gelen bir olayda kolluk görevlisinin olayı telefonda eksik anlatması veya delilerin tam olarak irdelenememesi nedeniyle nöbetçi Cumhuriyet Savcıları “ şüphelinin gözaltına alınması ve ertesi gün evrakıyla birlikte mevcutlu getirilmesi” talimatı vermekte ve gözaltı kararı da ertesi günü bu evrakların içinde gelip imzalanmaktadır. Gözaltına alınan kişinin yakınlarına bildirilme zorunluluğu vardır. Bu aşamada gözaltında bulunan kişilerin avukatı, şüpheliyi gözaltında görebilir. Karara itiraz edebilir. İtiraz halinde bu gözaltı kararlarının birçoğu kalkabilir. Zira bu kararlar evrak görülmeden anlatım üzerine alınan kararlar olup hatalı olama ihtimali kuvvetlidir.
Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.
Telefon trafiğine (arama-aranma-sms) ilişkin HTS kayıtları geçmişe yönelik tüm suçlar için alınabilirken, dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi suçları kanunda sayılmış olan belirli suçlar için geleceğe yönelik olarak süreli şekilde alınabilir.
Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin kararının alınabileceği suçlar; Türk Ceza Kanununda yer alan; Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde 79, 80) ile organ veya doku ticareti (madde 91), Kasten öldürme (madde 81, 82, 83), İşkence (madde 94, 95), Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102), Çocukların cinsel istismarı (madde 103), Nitelikli hırsızlık (madde 142) ve yağma (madde 148, 149) ile nitelikli dolandırıcılık (madde 158) , Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),Parada sahtecilik (madde 197), Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220, fıkra üç), Fuhuş (madde 227), İhaleye fesat karıştırma (madde 235), Tefecilik (madde 241), (4) 13. Rüşvet (madde 252), Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak (madde 302) ,Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316), (3) 17. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337) suçları, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları, Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu, Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
Bu sayılan suçlar dışında bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimi dinleyemez ve kayda alamaz. Aksine davranış yasak delil kapsamındadır ve suçtur.
İşte soruşturma aşamasında yukarıda anlatıldığı biçimiyle yukarıda hak ve işlemlerin gereği gibi yerine getirilmesi ve şüpheliye ait lehe delillerin toplanması oldukça yargılamanın adil olması açısından şüpheli için yaşamsal öneme sahiptir. İşte şüpheli bütün bu haklarını ceza davalarında uzman ve deneyimli bir ceza avukatı tarafından temsil edilmekle sağlar. Hakkaniyete, adalete uygun, dürüst bir yargılama yapılabilmesi için, avukatın (müdafiinin) yukarıda belirtilen görevlerini yapması ve bu göreve ilişkin yetkilerini bilfiil kullanabilmesi gerekir.
Şüpheli hakkında iddianame düzenlenip bu iddianamenin kabulü ile birlikte şüpheli artık sanık olmuştur. 765 Sayılı TCK döneminde mevcut olan şahsi dava artık hukuk sistemimizde yoktur. Bu nedenle ceza davaları iddia makamı olan Cumhuriyet Savcıları tarafından açılır.
Bilindiği üzere 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanun Kanunun 8. Maddesine göre Ceza mahkemeleri;
Bu mahkemelerin yapısına ve işleyiş şekillerine kısaca bakılacak olursa; Ağır ceza mahkemelerinde bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur. Ağır Ceza mahkemeleri başkan ve iki üye ile toplanır ve oy çokluğu ya da oybirliği ile karar alır. Asliye Ceza Mahkemeleri ise tek hâkimlidir. ( Uzun yıllar Türk Hukuk sisteminde yer alan ve üst sınırı 2 yıl ve altı olan suçlara bakmakla görevli sulh ceza mahkemeleri 18/6/2014 tarihinde kaldırılmıştır. Bu tarihte, C. Başsavcılıkları tarafından yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli ( arama el koyma tutuklama, adli kontrol, genetik inceleme vb. ) kararları almak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimlikleri kurulmuştur. Ancak sulh ceza hakimlikleri bir mahkeme değildir.)
Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir.
Bu mahkemelerde yaygın olarak görülen davalara örnek verecek olursak Kasten adam öldürme, taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma, cinsel istismar, nitelikli dolandırıcılık, Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, rüşvet, zimmet, Anayasayı ihlal, silahlı terör örgütü yöneticiliği veya üyeliği suçlarıdır.
Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, sulh ceza hâkimliği ve ağır ceza mahkemelerinin görevleri dışında kalan dava ve işlere asliye ceza mahkemelerince bakılır. Yani yağma, irtikâp, resmî belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık, hileli iflâs gibi kanunda özel olarak sayılan suçlar dışında üst sınırı on yıldan az hapis cezalarını gerektiren suçlar asiye ceza mahkemelerinde görülür.
Bu mahkemelerin hangisinde dava açılmış ise iddianamenin kabulünden sonra mahkeme tarafından tensip zaptı düzenlenir ve yargılama başlar. Tensip zaptı yargılamanın yol haritasıdır. Mahkeme maddi gerçeğin ortaya çıkartılması adına izleyeceği yöntemi açıklamıştır. Nerelerden hangi delillerin getirtileceği ve kimlerin tanık olarak dinleneceği bu zabıtta yazılıdır. Ayrıca ilk duruşmanın ne zaman yapılacağı da yine tensiple belirlenir.
Sanık veya mağdur bu zaptı inceleyerek eksik gördüğü ve toplanmasını istediği delil var ise mahkemeye mutlaka dilekçe sunarak iletmelidir. Burada bir avukatın dosyayı inceleyerek eksiklikleri tespit etmesi ve talepte bulunması önemlidir. Zira hakimler suçu aydınlatma adına kendilerince belirledikleri tensip zaptında yazılı işlemlerin dışına fazlaca çıkmazlar ve karar aşamasına doğru gidilmiş ise sanık tarafından yapılan talepler genellikle “ dosyaya bir katkısı olmadığı ve yargılamayı uzatmaya yönelik olduğu” gerekçesiyle reddetmektedirler. Çoğu zaman sanığın yazılı veya duruşmada sözlü talepleri mahkemece kayda alınmakta ancak bunlarla ilgili bir ara karar kurulmadığı için talep havada kalmaktadır. Sanık avukatı (müdafii) veya müşteki vekili duruşmada mahkeme hakiminden talep konusunda bir ara karar kurulmasını isteyecek ve şayet talep yersiz reddedilmiş ise bu husus daha sonra istinaf ve temyiz nedeni yapılacaktır. Zira eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile verilen kararlar üst mahkemelerce bozulmaktadır.
Ceza yargılamalarında veya ceza davalarında şayet suçtan zarar gören mağdur soruşturma aşamasında şikâyetten vazgeçmemiş ise duruşmalarda mahkeme tarafından davaya katılma talebinin olup olmadığı kendisine sorulur. Burada davaya katılmaktan maksat duruşmaları fiilen takip değildir. Zaten taraflar duruşmayı takip etmek istemiyor ise ayrıca duruşmalardan vareste tutulmayı isteyebilirler. Davaya katılma kararı ile birlikte müşteki “katılan” sıfatını alacak ve davayı hukuken takip etme hakkıyla birlikte istinaf ve temyiz hakları kazanacaktır. Katılan olmayan müşteki kararı istinaf ve temyiz edemez.
Ülkemizde görülen ceza yargılamalarında Kıta Avrupasından farklı olarak iddia makamı olan Cumhuriyet Savcıları kürsüde hâkimin yanında oturmaktadırlar. Özünde sanığın leh ve aleyhine tüm delilleri toplamak ve yargılamada bunların irdelenip irdelenmediğini kontrolle görevli olan Cumhuriyet Savcıları, aynı zamanda iddianameyi düzenleyen iddia sahibi olarak kürsüde oturdukları için ağırlıklı olarak sanık aleyhine olan delilleri öne çıkarmaktadırlar. Bu durumda kürsüde hâkimin yanında bulunuyor olmaları nedeniyle yargılamada sanık aleyhine bir eşitsizlik oluşmaktadır. Buna ilave olarak bir de sanığın avukatı yok ise durum daha da zorlaşacaktır. Bu ortamda maddi gerçeğin ortaya çıkartılması ve sanığın haklarının tam olarak savunulabilmesi için bir avukattan destek alması zaruri olduğu gibi karar sonrasında yasa yollarına müracaatta sürenin tefhimle başlaması nedeniyle kararın tebliğini bekleyen sanık veya katılanlar açısından süre kaçırma da oldukça yaygındır.
Kanımızca yasada yeri olmayan süre tutum müessesesi acilen tümden kaldırılmalı ve yasa yolu müracaatları tefhim olsa bile tebliğle birlikte başlamalıdır.
Ceza yargılamalarında veya ceza davalarında gerekçeli karardan sonra para cezalarında kesinlik sınırının üzerinde verilenler ya da hapis cezalarına ilişkin tüm dosyalar başvurulması halinde öncelikle istinaf ceza dairelerine gitmektedir. Burada bir üyenin dosyayı röporte edip heyete sunması ile birlikte 3 kişilik istinaf daire heyetince dosya incelenmekte ve karar verilmektedir. Verilen bu kararlardan temyize açık olanlar yine tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içerisinde temyiz edilmelidir. Burada önemli olan husus istinaftan farklı olarak temyiz dilekçesinde mutlaka gerekçe bulunmak zorundadır. Kanun Koyucu İstinaf Mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla birlikte kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyerek hem maddi olay hem de hukuki denetim yapacak olan istinaf başvurusunda sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken , incelemesi hukuki denetimle sınırlı olan temyiz yolunda eski CMUK’tan farklı şekilde, re’sen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz edenin hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini/temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu göstermesini zaruri hale getirmiştir. Yargıtay da temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermemesi durumunda; tıpkı başvurunun süresi içinde yapılmaması, hükmün temyiz edilemez olması ya da temyiz edenin buna hakkı bulunmaması hallerinde olduğu gibi usulüne uygun açılmış bir temyiz davasından bahsedilemeyeceği gerekçesi ile temyiz isteminin reddine karar vermektedir. Unutulmamalıdır ki usul esasa mukaddemdir. Ya da esasa usul kapısından geçilir. Bu nedenle hep eleştiregeldiğimiz üzere mevzuatlarımızda fazlaca usul kurallarının bulunması nedeniyle avukatı bulunmayan bir mağdur ya da şüpheli/sanığın bunca zorluğu aşarak hakkını tam olarak alabilmesi zordur.
Keza kesinleşmiş kararlara karşı başvurulabilen hak ihlali başvuru yolları da (AYM, AIHM, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi ..vs) yine uzmanlık gerektiren başvuru yolları olup özellikle bu başvurularda usul eksikliklerine bağlı fazlaca iadeler yapılmaktadır.
Netice itibarı ile kişi hürriyetini doğrudan ilgilendiren ceza yargılamalarında avukatın hukuki desteği can suyudur. Soruşturma ile başlayıp hak ihlali bireysel başvurularına kadar uzanan bu yolculuk zor ve meşakkatlidir. En temel insan haklarından olan bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun bir şekilde yargılanmanın ve kişilik haklarının yargı organları eliyle de ihlal edildiği ve özensiz yapılan tutuklamaların cezaya dönüştüğü tartışmalarının yapıldığı[2] bu günlerde avukatın önemi bir kat daha artmaktadır.
Ceza hukuku alanında avukatlar şüpheliyi, sanığı, mağduru, suçtan zarar göreni, katılanı, suçtan sorumlu olan diğer kişileri temsil ederler. Bu bağlamda adliyede, kolluk makamlarında veya suç için önemli diğer mahallerde bulunurlar, ifade ve sorguya katılırlar, isnatla ilgili bilgilendirmeyi sağlarlar, dilekçeler vasıtası ile ya da sözlü olarak hakları koruma altında tutarlar. Dolayısıyla insanın en temel haklarından olan özgürlük hakkının kaybedilmemesi açısından etkili ve güçlü temsil edilme hayati öneme sahiptir. Mağdur bakımından kaybın telafisi ve mağdurun vicdanen tatminini sağlamak esas gaye iken, şüpheli ya da sanık bakımından özgürlüğün korunması, haksızlığa uğranmaması ve orantısız yaptırımlara maruz kalınmaması temel amaçtır.
Ceza hukuku, yaptırımları itibariyle özgürlüğe direkt etki eden bir dal olması nedeniyle riske atılmaması gereken bir daldır ve avukat ile temsil bu bağlamda çok önemlidir. Avukatın da sizi temsil kabiliyeti önemlidir. Zira ceza hukukunda amaç maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Dolayısıyla delillerin ortaya konulmasında, etkili savunmada, müvekkil ile iletişimde, kanunlara ve diğer mevzuata hâkimiyette avukatın rolü hakkın yerini bulması için belirleyicidir.
Ceza yargılamasında delillerin tartışılmasında avukatın rolü başlığını ele almadan evvel avukatlık, ceza yargılaması hukuku ve delil kavramlarını kısaca ele almak yerinde olacaktır.
Avukatlık mesleği adaletin tesis edilmesinde zorunlu bir unsurdur. Avukatlık, yargının üç sacayağından biri olan bağımsız savunmayı temsil eder. Nitekim avukatlık, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1. maddesinde şöyle tanımlanmıştır: ‘’Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder.’’ Yine avukatlık Ana Britannica Ansiklopedisi tarafından benimsenen tanımda ise, “Avukat hukuki sorunlarda görüş bildirmek, hukuki belgeleri düzenlemek, resmi dairelerde ihtilaflı işleri izlemek, mahkemeler ve hakem kurulları önünde gerçek ve tüzel kişilere ait hakları savunmak, yasaların ve hukuk kurallarının yargı mercileri ve öteki resmi mercilerce tam olarak uygulanmasına yardımcı olmak üzere hukukçuluk mesleğini yerine getiren kimse’’ şeklinde tanımlanmıştır.
Ceza yargılaması (muhakemesi) hukuku, bir suçun işlenmesinden sonra uygulama alanı bulan ve ilgili suça ilişkin muhakemenin ne şekilde yapılacağına yönelik kuralları ihtiva eden bir hukuk dalıdır. Ceza yargılamasının temel ilkelerinden biri olan çelişme ilkesinin bir sonucu olarak ceza yargılamasının amacının özünde, adli yollarla tez ve antitezlerin çatıştırılması neticesinde yargılama makamı tarafından maddi gerçekliğe adli yollarla ulaşma gayesiyle neticede bir sentez olan karara varmaktır. Maddi gerçekliğe adli yollarla ulaşabilmenin yegane yolu ise iddia olunan fiilin işlenip işlenmediğine yönelik yürütülen ispatlama faaliyeti çerçevesinde mümkün olabilir ki bu da ancak delil veya delillerle sağlanabilir.
Delil kelimesi kısaca gerçeğe ulaştıran iz şeklinde tanımlanabilir. Ceza yargılaması failin suçu işleyip işlemediğine yönelik basit bir şüpheyle başlar ve failin suçu işlediğinin sabit olması neticesinde mahkûmiyet hükmüyle nihayete ermiş olur. Temel cezalandırma ilkelerinden biri olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi ve akabinde AİHM kararlarında sıkça yer aldığı üzere masumiyet karinesi gereği suçun fail tarafından işlendiği şüpheden uzak olarak ortada olmadıkça kimse suçlu olarak vasfedilemeyecek ve kişi hakkında mahkûmiyet kararı verilemeyecektir. Bu sebeple delillerin ortaya konması, delillerin değerlendirilmesinde hangi usulün izleneceği, hangi delillerin hükme esas alınıp hangilerinin alınamayacağı konuları öneme haiz olup, inceleme başlığımız olan ceza yargılamasında delillerin tartışılmasında avukatın fonksiyonu çerçevesinde değerlendirileceklerdir.
Türk hukuk sisteminin ceza yargılamasında nihai amaç olan adli yollarla maddi gerçeğe ulaşma düşüncesiyle kanun koyucu, yargılamaya bütün sujelerin katılımı öngörülmüş olup yeterli suç şüphesiyle soruşturulmaya başlanılıp iddianamenin kabulüne kadar süren evre olan soruşturma evresinde delilleri toplama görevini CMK 174/1/b ve CMK 160/2 maddeleri uyarınca savcıya, iddianamenin kabulüyle başlayıp mahkumiyet evresine kadar süren evre olan kovuşturma evresinde ise delilleri toplama görevini mahkemeye vermiştir. Mahkumiyet hükmünün kurulabilmesi için objektif isnadiyet ilkesi gereği isnat edilen fiil ile failin arasındaki objektif bağın bulunmuş olmasına yani failin fiili işlediğine yönelik delillerin açıkça ortaya konulmuş olması gerekmektedir. Ceza yargılamasında delil serbestisi ilkesi geçerli olup bu ilke her şeyin delil olabileceği düşüncesine ve hakimin vicdani kanaatine göre delilleri değerlendirebilmesine dayanmaktadır. Bu ilkeye yasa koyucu CMK 217. maddesiyle ile bir sınırlandırma getirmiştir. Nitekim ilgili maddenin birinci fıkrasına göre ‘’Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.’’ şeklindeki hükmüyle ancak ve ancak duruşmaya getirilen delillerin değerlendirilebileceğini öngörmüş ve ilgili maddenin ikinci fıkrasındaki ‘’yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.’’ hükmüyle de ancak ve ancak yasak olmayan delillerin hükme esas alınabileceğini öngörmüştür.
Bir delilin hükme esas alınabilmesi için ilgili fıkralar gereği delilin duruşmaya getirilerek tartışılmasına ve yasak olmayan delillerle delillerin elde edilmiş olmasına bağlıdır.
İlgili mevzuat incelendiğinde:
CMK’nın duruşma hazırlığı başlığı altında düzenlenmiş olan ‘’Sanığın savunma delillerinin toplanması istemi Madde 177.- (1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün önce mahkeme başkanına veya hâkime verir. (2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhâl bildirilir. (3) Sanığın kabul edilen istemleri, Cumhuriyet savcısına da bildirilir. Çağrılması reddedilen tanığın ve uzman kişinin doğrudan mahkemeye getirilmesi Madde 178.- (1) Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir.’’ hükümleri mevcuttur.
CMK’nın duruşma başlığı altında düzenlenmiş olan ‘’Doğrudan soru yöneltme MADDE 201. – (1) Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.’’ hükmünde de görüldüğü üzere avukatın doğrudan soru sorabilmesi ilkesinin olaya daha iyi uygulanması sağlanmakta ve neticede deliller üzerindeki soru işaretleri taraflar nezdinde azalma imkanı bulunabilmektedir.
Kanunun devamında düzenlenmiş olan Kanunun Delillerin Ortaya Konulması ve Tartışılması Delillerin ortaya konulması ve reddi başlığı altında düzenlenen CMK madde 206/1 gereği sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır ve devamen 2.fıkrada kanun koyucu ortaya konulması istenilen bir delilin hangi hâllerde reddolunacağı düzenlemiş olup bu durumlar ‘’ a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse b) Delil ile ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi yoksa c) İstem, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa ‘’ hükümleridir. Özellikle c maddesi incelendiğinde, hakimin bu maddeyi nazara alarak istemi reddettiğinde sağlam bir gerekçesinin olması gerekecektir. Örneğin yerel mahkemede hükmün açıklanacağı duruşmada dışarıda hazır bulunan tanığın çok önemli bir gerekçe gösterilmeden dinlenilmemesi, CMK’nın ilgili 222. maddesinde öngörülen duruşma tutanağına geçirilme şartının oluşmasıyla bozma sebebi yapılabilecek olup delillerin değerlendirilmesinde avukatın etkin bir işleve sahip olduğunun apaçık bir örneğidir. Mezkur başlık altında devamen ‘’Dinleme ve okumadan sonra diyeceğin sorulması Madde 215.- (1) Suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur. Delillerin tartışılması Madde 216. – (1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir. (2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. (3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.’’ hükümleri mevcuttur. Bu hükümler çerçevesinde avukatın delillerin değerlendirilmesindeki rolü ele alındığında, yargılamanın seyrini gerek delillerin hukuka aykırılığının ileri sürülmesi noktasında, gerekse delillerin duruşmada tartışılması açısından doğrudan etkileyebildiğini söylemek mümkündür. Bu yetkiler de avukata, davanın usulen doğru işleyip işlemediğini kontrol ederek gerektiğinde itiraz etme gücü vermektedir.
Dolayısıyla, ceza yargılamasının ve davasında avukatın rolü ve önemi yukarıda açıklandığı biçimiyle hayati öneme sahiptir. Bu anlamda ceza davasında ister sanık, ister şüpheli, ister suçtan zarar gören mağdur veya katılan olsun, kendisini, ceza davalarında tecrübe ve deneyim sahibi uzman bir avukatla temsil ettirmelidir. Ceza davalarında avukatlık görevini üstlenmiş olan ceza avukatlarının en belirgin özelliği; analiz yeteneklerinin güçlü olması ve analitik düşünce ile bilgi ve tecrübesini ve her şeyden öte ikna gücünü kullanarak yargılama sürecine aktif ve etkin katılmalarıdır.